Konu, Yiğit Bulut gibi yazarların ilgisini çekerken,
bir yazarın "hezeyan-name"sine tanık olduk. Derken Fenerbahçe-şike
operasyonuyla Saraçoğlu ismi yeniden gündeme geldi. Böylece 26 Haziran tarihli
yazımda eksik bıraktığım noktaları tamamlama, dahası, köpeksiz köyde değneksiz
dolaşmaya alışmışlara cevap verme fırsatı kendiliğinden doğmuş oldu.
Önce hatırlatma: 1946 seçimlerinde İstanbul'dan
seçilen eski FB'li milli futbolcu Zeki Rıza Sporel'in mazbatası İstiklal
Savaşı'nda Anadolu'ya çağrıldığı halde gitmediği gerekçesiyle CHP'lilerin
oylarıyla iptal edilmiş, bunun üzerine DP'nin ağır toplarından Refik Koraltan
Meclis'te, eğer bu ölçüyle bakacak olursak bazı bakanların bile Anadolu'ya
geçmediklerinin bilindiğini gündeme taşımıştı. Bombanın pimi çekilmiş, hem
Meclis, hem de basın, Koraltan'ı dilinin altındaki baklayı çıkarmaya davet
etmişlerdi.
Bir yandan tahminler yapılırken, Koraltan nihayet
Tasvir gazetesine İstiklal Savaşı sırasında İtalyan ve Yunan pasaportu taşımış
olan bir ismi açıkladı: Eski Maliye Bakanı Fuat Ağralı. Fakat asıl üzerinde
durulan kişi, daha birkaç ay öncesine kadar Başbakanlık koltuğunda oturan Şükrü
Saraçoğlu olmuştu. Manşetlerden bir türlü inmeyen, hatta TBMM'de bile
tartışılan konuyu, ancak Sıkıyönetim Komutanlığı'nın koyduğu basın yasağı
dondurucuya koyacak, Saraçoğlu'nun Milli Mücadele'den kaçtığı halde nasıl bakan
ve başbakan olabildiği sorusunun üzeri örtülecekti.
Amacım, hazır Hatip Dicle'nin mazbatası iptal
edilmişken 65 yıl önce meydana gelen bu tartışmayı gündeme taşımak, geçmişten
bugüne bir pencere açmaktı. Şimdi devam ediyoruz dosyanın sayfalarını çevirmeye.
İstiklâl madalyası meselesi
İddialar üzerine Şükrü Saraçoğlu hemen cevap vermez,
satranç oynamaya devam eder. Neden sonra CHP'nin resmi gazetesi olan Ulus'ta ve
Cumhuriyet'te bir açıklaması çıkar. Besbelli kendisini Milli Mücadele'ye hizmet
etmiş göstermek için çırpınmaktadır. Lakin bazı karanlık noktalar vardır
açıklamasında. Şimdi açıklamasını özetleyelim.
Saraçoğlu İsviçre'deyken İzmir'in işgali üzerine
Kuşadası'na dönmüş. Ödemiş düşman işgali altında bulunduğu için bir arkadaşının
evinde kalmış. "Heyet-i milliye"lerden birini kurup "küçük fakat
azimli ve silahlı bir kuvvet" toplamışlar. (Demek istiyor ki, ben Milli
Mücadele'ye katılmak için emir veya davet beklemeden katılmışlardanım.) 1919
yılı sonunda Meclis-i Mebusan seçimlerinde aday oluyor ve seçiliyor ama dağlar
bir türlü(!) Kuşadası'ndan İstanbul'a yol vermiyor! Aradan 4 ay geçiyor,
kahramanımız nihayet İstanbul'a varıyor ama şu talihsizliğe bakın ki, Meclis
İngilizlerin baskınından sonra kapanmış, kendisi de aranmaktadır. Yeniden
Kuşadası'na dönüyor. Bundan sonra Köşk, Nazilli, Aydın, Koçarlı, Söke ve
Kuşadası cepheleri yıkılıncaya kadar elinden geldiği kadar hizmet ediyor. Ancak
bu sırada Mustafa Kemal Paşa mebusları davet ettiği ve 7 ay süre verdiği halde
Ankara'ya da gitmiyor. "Gitmedim, çünkü gidemezdim" diyor "Efe
Başbakan"ımız. Ödemiş dağlarında ol mertebe cengâverlik eylemiştir ki,
gözünü açıp da Ankara'nın yollarını bulamamıştır bir türlü. İki defa Meclis'e
çağrılan ama ikisine de gitmeme başarısını gösteren kahramanımız,
"Cephedeki hizmetlerimin mükafatı olarak göğsüme kırmızı şeritli İstiklal
Madalyası takıldı." demeyi de ihmal etmiyor. (13 Aralık 1946)
Şükrü Saraçoğlu (sağdaki) Mahmut
Esat Bozkurt ile birlikte.
Saraçoğlu hem ayıbını örtüyor, hem de eksik anlatıyor.
Maddeler halinde sorgulayalım:
1) Kurduğunu söylediği "heyet-i milliye"de
acaba neler yapmıştı Saraçoğlu? Alman istihbarat servisinin 15 Temmuz 1919
tarihli raporu çarpıcı bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Buna göre Mahmut Esat
(Bozkurt) ve Şükrü (Saraçoğlu) beyleri İsviçre'den gönderenler İtalyanlardı.
İsviçre'de tanıştıkları İtalyan ajan ve komutan Accame tarafından
"İlerleyen Yunan işgaline karşı İtalya lehine propaganda yapmaları
için" gönderilmişlerdi. Malum, İtalya o tarihlerde Milli Mücadele'yi
destekliyor, yalnız silah ve cephane vermekle kalmıyor, İzmir bölgesindeki
direnişi de örgütlemeye yardımcı oluyordu. (Berlin'deki Politisches Archiv des
Auswartigen Amtes'te bulunan R 21282, 831 No'lu belge. Akt.: Hans-Lukas Kieser,
Türklüğe İhtida, İletişim: 2008, s. 148.) Nitekim İtalyan işgali altında
bulunan Rodos adasına gidip orada bir süre kalmış olması da bunun kanıtıdır.
2) Bir ara Demirci Mehmed Efe'nin yanında bulunmuş, ve
Efe'nin tercümanlığını yapmıştır. Ne tercümanlığı bu? diye soracak olursanız,
elbette İtalyanlarla kurulan iyi ilişkileri düşünmeniz gerekecektir.
3) 1946 Aralık'ında İzmir Gazetesi muhabiri Tuğrul
Deliorman, Aydın cephesinde bulunmuş yaşlı insanları bulup konuşmuşsa da kimse
Saraçoğlu'nu hatırlamamış, onu hiçbir cephede görmediklerini söylemişlerdir. O
tarihte Koçarlı CHP başkanı olan Mehmet Yunus da Saraçoğlu'nu tanımadıklarını
söylemiştir. Deliorman'ın topladığı malumata göre Saraçoğlu, İtalyanların
Kuşadası'nı işgaline kadar orada kalmış, daha sonra Söke'ye geçmiş, oranın
zenginlerinden Hüseyin Bey'in adalara sığır satma işinde çalışmıştır. Sonra
Milas'a geçmiş, orada da yine sığır ticaretiyle uğraşan zenginlerin yanında
rahatça yaşamıştır. İşgalden sonra nasılsa Ödemiş Kaymakamlığı'na getirilen
Saraçoğlu'na ikramiye 2. TBBM üyesi seçilince çıkmış, İnönü hükümetlerinde
bakanlıklar yaptıktan sonra başbakanlığa kadar yükselmiştir.
4) Asıl hoş olan itiraf, Aydın yöresindeki
kahramanlıklarıyla nam salan Yörük Efe'den gelmiştir. Yörük Ali Efe'ye göre
Saraçoğlu ile Mahmut Esat Milli Mücadele sırasında bir gün yanına gelmişler ve
beraber fotoğraf çektirmek istemişler. "Kızanlarımdan iki tanesinin zeybek
elbisesini onlara giydirdim ve beraberce fotoğraf çektirdik. Sonradan gördüm
ki, bu fotoğrafın kendilerine ait kısmını keserek bir yerde
yayınlamışlar." İşte yanda gördüğünüz iki "kahraman"ımızın Efe
kıyafetindeki fotoğraflarının aslı da budur.
Daha yazacak çok şey var ama arif olan anladı sanırım.
Sahte kahramanların boyası er geç dökülür. Şükrü Saraçoğlu işi biraz uzatmıştı
sadece, o kadar.
10 Temmuz 2011, Pazar
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder